Türkiye sosyal bilimciler için bir laboratuvar olma işlevini sürdürüyor. Ülkemiz, kendi evlatlarının görmediği hayrı, meraklı ve yabancı araştırmacılara gösteriyor. Burada yaşayanlar her zaman bir tarih kitabının içinde yaşadığının farkında olmalı. Türkiye tarihini anlatan tarih kitaplarında okuduğumuz olaylar tekrar tekrar başımıza gelecektir. Bu yüzden bir tarih kitabının içindeyiz diyorum. Tarihi olaylara şahitlik etmek, burada olağanüstü bir durum değil, hayatın bir parçasıdır.
19 Mart’tan beri yaşananların adını koyalım önce, bu bir darbedir, 19 Mart Darbesi. Demokratik düzeni ortadan kaldırmaya, anayasayı yürürlükten kaldırmaya yönelik bir girişimdir. Gözaltı olayından sonra yaşanan her şey bunu destekler. Sokak eylemleri yasaklandı, tv kanallarına para veya karartma cezaları verildi, kayyumlar atandı, yüzlerce genç haksız hukuksuzca gözaltına alındı, pek çoğu hakim yüzü bile görmeden alelalece tutuklanarak cezaevine dolduruldu, sosyal medyada da bir cadı avı başlatıldı, boykot çağrısı yapanlar gözaltına alındı, sadece kanun maddesi paylaşan ünlüler bile alındı, sadece bir şablon story paylaşan ünlüler dizilerden kovuldu, hesaplar kapatıldı… Dokunanın yandığı, rejimin delirmiş gibi yedi koldan saldırdığı bir sürecin içindeyiz.
Cumhuriyet dönemi daha önce bu büyüklükte bir meydan okuma görmüş müdür? Sanmam. Bununla kıyaslanacak olaylar sadece 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbeleri olabilir. Onlar da zaten adı üstünde darbedir. Darbe oldukları baştan bellidir, “hukuki yollar”, “yargıya güvenelim” gibi yalanlar serdedilmemiştir. Gelgelelim muhaliflerin elinde bu darbeye karşı koyacak hangi güç var? Şüphesiz elimizdeki kurumsal olarak en büyük güç şu an için CHP’dir.
Daima Saldırı Altında
İki CHP var: Biri, muhalif kesimin severek veya “Allah kahretsin” diyerek oy verdiği, gönülden bağlandığı veya kötünün iyisi olarak gördüğü CHP. Diğeri de, AKP-MHP kanadının gördüğü, bütün kötülüklerin anası “CeHape”. Bu yazının konusu CeHaPe değil, CHP. Muhaliflerin aşk ve nefret ilişkisi beslediği o büyülü parti!
Muhaliflerin CHP’ye 20 küsur yıldır verdiği kredi, ilk kez 2024’te başarı getirmiştir. (Bir de 2019’daki seçimi yarım başarı sayabiliriz.) Bunca yıldır verilen kredi, iktidarı devirememiş, sosyal demokratları ve Atatürkçüleri iktidara getirememiştir. Özellikle 2023 seçimlerindeki hüsran partinin itibarını yerle bir etmişti. 2024 seçim başarısıyla bu hüsran büyük oranda silindi. Muhalifler 22 yıldır ilk defa seçim kazanmanın neşesini yaşadılar.
CHP öyle bir parti ki, özellikle son 10-20 yılda, hem içeriden hem dışarıdan çok büyük saldırılara maruz kalıyor. Dışarıdan dediğim, AKP-MHP bloğundan gelen itibarsızlaştırma, terörle ilişkilendirme saldırıları. İçeriden gelen saldırılar da, resmi olarak içeriden sayılmasa bile defacto olarak içerden gelen tepkilerdir; yani aslen CHP’li olmasa da sırf AKP kazanmasın diye CHP’ye oy veren emanet seçmenler. Dış düşmanlar CHP’yi terör odağı olmakla, Türkiye’nin geri kalmasını istemekle, ve daha bir sürü ıvır zıvır şeyle itham eder. Halk buna çoktan bağışıklık kazanmıştır. İçeriden gelen saldırılar daha önemlidir. Çünkü karşı taraf 23 yıldan beri kendisine iktidarı kazandırabilecek oyu öyle veya böyle almasını bilirken, muhalif kanat ülkenin yarısını oluşturmasına rağmen birleşmeyi başarıp iktidarı ele geçiremez. İç tepkiler bundan dolayı önemlidir.
CHP’ye içeriden gelen bu tepkiler oldukça çeşitlidir. Eleştiriler daha çok milliyetçilerden, solculardan, Atatürkçülerden gelir. CHP, iktidar karşısında güçlü durabilmek için, -o büyülü kelimeyle söyleyeyim- seçmenini “konsolide” edebilmek için bir sürü farklı gruptaki muhalifi bir arada tutmak zorundadır.
Kabaca, CHP’yi solcular yeterince solcu olmamakla, sağcılar ise yeterince sağcı olmamakla suçlarlar. Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, bu eleştirilerin pek çoğu haklı olmakla birlikte, hangi parti olursa olsun, bu kadar farklı gruba bölünmüş bir muhalif kanadı bir arada tutma konusunda aynı sorunları yaşayacaktır.
Türkiye’deki siyasi düzeni tüm gerçekliğiyle görmek gerek. Burada, kitaplarda okuduğumuz teorik bilgileri uygulamak çoğu zaman mümkün değildir. Bugünkü en sert gerçek, Cumhur İttifakı’nın her seçimde öyle veya böyle %50’yi bulup iktidarını sürdürmesidir. Bu açıdan Cumhur İttifakı’nı muhalif kesim karşısında öne çıkaran bir şans var: Seçmen kitlesi, iktidar uğruna bazı detayları görmezden gelip bir araya gelebilen bir kitledir. Çünkü iki parti de, geleneksel olarak aynı köklerden, sağcı bir tabandan beslenir. Söylemleri, bazı detaylar haricinde birbirine benzer, o yüzden aralarında uzlaşı sağlamaları çok daha kolaydır. Sözgelimi bir kısmı Atatürk’ü ve Türklüğü öne çıkarır, bir kısmı ise İslam’ı. Bu yüzden bir kısmı İslami referanslara ses çıkarmaz, diğer kısmı da Atatürk’e ve Türklüğe ses çıkarmamaya çalışır. İktidarlarının sürmesi için bu iki farklı söylemi de bir potada eritebilirler bile.
Ancak CHP ve muhalefet böyle bir imkandan mahrumdur. Çünkü çatı parti CHP’nin bir arada tutmak zorunda olduğu muhalif gruplar birbirinden epey farklıdır. Bunlar sosyal demokratlar (ve diğer sol gruplar), Kürtler, milliyetçiler ve ulusalcılar gibi gruplardır. Bir de bunlar kadar çok olmamakla birlikte muhalif liberalleri ve muhafazakarları da bu denkleme ekleyin. Kabaca bakarsak, CHP aynı anda hem sağcıları, hem solcuları memnun etmek zorundadır. Daha da derine inersek, milliyetçi söylemlere ağırlık verirken Kürtleri, Kürtleri de kapsamaya çalışırken milliyetçileri; solcuların davasına sahip çıkarken sağcıları, Atatürk’ü öne çıkarırken Atatürk’e biraz mesafeli duran muhalifleri küstürmemek zorundadır. Tüm bu dengeyi korurken bir de karşı taraftan (Cİ’den) gelebilecek muhtemel muhafazakar-milliyetçi seçmeni de ürkütmemelidir. Bu gerçek CHP’yi, beyazı savunurken siyahı da, siyahı savunurken beyazı da korumak gibi müşkül bir durumda bırakıyor.
Bu müşkül durum yüzünden, kendi seçmeni tarafından sürekli eleştirilmek, saldırıya uğramak CHP’nin kaderidir. Bu haliyle CHP’nin ipteki cambazdan bir farkı yok maalesef. Bir tarafa meyletse diğer tarafı, diğer tarafa meyletse bu tarafı soğutacaktır. Türk siyasi düzeninin bir sonucu bu. Ve keşke CHP’ye özgü bir durum olsaydı. Ama onun yerine THP, KHP, FHP falan olsaydı muhtemelen yine aynı durumu yaşayacaktık.
“Onurlu Yenilgi” ile
“Tavizkâr Galibiyet” Arasında
CHP’nin diğer bir kaderi de, “onurlu yenilgi” ile “tavizkâr galibiyet” arasında seçim yapmaktır. Sözgelimi CHP’ye en sert eleştirileri yönelten milliyetçi kanattır. Ne var ki onların hayal ettiği “milliyetçi CHP”yi, o anlamda milliyetçi olmasa bile “ulusalcı CHP” olarak 2000’lerde görmüştük. Vardığı en yüksek mertebe %20 idi. Yani süreğen bir onurlu yenilgi. Denenmemiş bir şey değil. AKP devletin imkanlarını ve küresel rüzgarı arkasına alıp ucuz popülizmle büyük bir kitleyi arkasında kenetlerken, CHP’nin (ve doğal olarak muhalefetin) yılları onurlu yenilgilerle geçti. (Buradaki onurlu ifadesini gerçek anlamıyla kullanmıyorum, halk nezdinde öyle anıldığı için kullanıyorum. “Tavizkâr galibiyet” de onursuz galibiyet değildir.) Arka arkaya gelen seçim yenilgileri, AKP’nin MHP ile kenetlenmesi, bu iktidar bloğunun devletin tüm imkanlarını keyfi olarak kullanabilecek konumda olması ve medyayı tekelleştirmesi, bir de üstüne %50+1 kuralı, 2010’ların ikinci yarısından sonra CHP’yi bir merkez parti olmaya mecbur bıraktı. Yani CHP bugün sadece, esas tabanı olan sosyal demokrat ve Atatürkçü kesimden değil, milliyetçi-muhafazakarlardan ve Kürtlerden de oy almak zorunda. Başka yolu yok. Bundan dolayı içeriden CHP’ye tepkiler her zaman sürecektir.
Öte yandan rejimin iktidarda kalabilmek için artık her şeyi yaptığı, insanları hapse atmak için artık onlara suç yamamaya bile ihtiyaç duymadığı, halkın vergileriyle toplanan devlet bütçesini kendi keyfine göre sınırsızca kullandığı, neredeyse bütün ana akım medyayı ele geçirdiği, bizzat cumhurbaşkanı tarafından bile dezenformasyonun yayıldığı, koltuğu bırakmamak için meşru-gayrımeşru her yolu denediği bir düzlemde CHP’nin ılımlılığı bir kenara atıp tavizsiz bir politikaya (yani tamamen sola veya tamamen sağa) dümen kırmasını beklemek ne derece doğru ve mantıklı? Tuzu kuru muhalifler onurlu yenilgilerden etkilenmedikleri için bunu isteyebilir, fakat ömründe AKP’den başkasını görememiş, gençliği ellerinden kayıp giden, hızla orta yaşa doğru ilerleyen, yaşamak hevesi yıllardır süren hayal kırıklıklarıyla yok olan, gelecek hayali bile kalmayan muhalif çoğunluğun onurlu yenilgilerle yetinmesini bekleyebilir misiniz?
Açıkçası CHP’yi pek çok konuda beğenmeyen biriyim. Kılıçdaroğlu döneminde CHP adeta “pısırık” bir muhalefete alıştırdı bizleri. Sokağa çıkmayan, bağırmayan, alternatif caydırıcı yolları (örn. boykot) kullanmayan, halkın sesine değil danışman ordusuna kulak veren, yaptığı neredeyse her iş AKP’ye yarayan bir CHP. Bu CHP’nin bizi 13 yılda getirdiği nokta 2023 travmasıdır.
CHP Bir Merkez Parti
Olmak Zorunda
Hem sağdan, hem soldan gelen seçmenin şunu anlaması gerekiyor: CHP bir merkez parti olmak zorundadır. Merkez parti her kesimden oy alan partidir. Şu anki ortam, kazanabilmek için her kesimden oy almayı mecburi kılıyor. Türkiye’de sadece sol oylarla seçilebilmek, eskinin parçalanmış sağ siyasetinin verdiği imkanla az buçuk mümkündü, fakat bugün en az %40-50’yi arkasında toplayan ve devletin tüm imkanlarına sahip bir sağ blok varken mümkün değildir. Sadece sağa manevra yapmak da CHP’yi asli kimliğinden uzaklaştıracaktır. Zira bu parti, 1965’te “ortanın solu” olduğunu birinci ağızdan beyan etmiş, 1972’de Ecevit’in genel başkan olmasıyla sosyal demokrasi (veya Ecevit’in deyişiyle demokratik sol) yoluna kesin olarak dümen kırmıştır. İnönü’nün karışık geçen son yıllarını saymasak bile, 1972’den beri CHP kesin olarak sosyal demokrasinin bayraktarlığını yapan ve bunu kendisi de bizzat iddia eden bir partidir. Dolayısıyla şu anki düzlemde CHP tam olarak ipteki cambaz gibidir. Ne tarafa meylederse etsin hemen bir bağırtı, bir homurtu yükselir. O yüzden bu parti dümdüz, kimseyi ürkütmeden, fakat desteğini aldığı kitlelerin kaygılarını önemseyip, makul taleplerini yerine getirerek merkezden yürümelidir. %25’lik cam tavanı aşmanın maalesef tek yolu bu.
Elbette partiye akıl verecek değilim, bu yazıyı daha çok seçmenler için yazdım. Bizzat kendim de bu noktaya vardım. Şu ortamda CHP’ye yönelik eleştirilerimi olabildiğince erteliyorum. Sadece bazı taktik hatalar yapıldığında sessiz kalmakta zorlanıyorum. Örneğin Lütfü Savaş’ın yeniden aday gösterilmesi, ışık kapama eylemi, kırmızı kart fiyaskosu, Özel’in “Suriye’ye gitçem, Filistin’e gitçem” gibi yersiz çıkışları, 19 Mart darbesinin ilk günlerinde çekingen davranıp yargıya güvenmesi gibi olaylar karşısında ses çıkarmadan edemez insan. Lakin ne yazık ki eski Türkiye’den elimizde kurumsal olarak sadece CHP kaldı. Bu kalenin düşmemesi gerekiyor.
CHP ideolojileri bir kenara atıp halkla yakınlaştığında neler olduğunu son haftalarda gördük. İlk günlerde son derece cılız bir pozisyon almışken, halktan gelen baskıyı çok iyi kullanıp etkili bir muhalefete dönüştürdü. Sokaklara döküldük. Böylece yıllardan beri herkesin inanageldiği “sokak=terörizm” algısı yıkıldı. Ve olayların ilk gününde sadece gençler ve bir avuç CHP’li sokağa çıkmışken, CHP sokağa indiğinde sokakların ve meydanların ne kadar dolduğunu da gördük. CHP mükemmel değil, ama halkla yaklaştığında, salon siyasetini bırakıp sahaya indiğinde, arkasına en büyük kitleyi toplayan muhalif kurum. Halkın büyük bir kesimi, o kırmızı zemin üzerindeki altı oka gönülden bağlı; bu onlara Atatürk’ü hatırlatıyor. Bu gerçeği de görmek gerek. Hem halk CHP eleştirilerini mümkün olduğunca ertelemeli veya aşikar etmek yerine partinin ilgili kanallarına iletmeli; hem de CHP salonlardan çıkıp, halkla iç içe olmaya, halkın sesini dinlemeye, aşağıdan gelen baskıyı ve öfkeyi sonuç getirici bir aksiyona çevirmeye devam etmeli. Bu süreçte halkın CHP’ye, CHP’nin de halka rehberlik etmesi gerekiyor. Başka çıkış yolu yok.


Yorumlar
Yorum Gönder