SENİ ÇOK İYİ ANLIYORUM KARDEŞİM: NO (2012)

“Hiçbir Şilili, diğer bir Şililiden korkmadığı zaman halkımız daha iyi olacaktır. Vatanında herkesin bir yeri olduğunda, Şili daha güzel bir yer olacaktır.”

 

Cunta filmlerine devam ediyorum. Şili’de geçen ve Pablo Larrain’in yönettiği No (2012) filminde, diktatör Pinochet’nin iktidarı devrettiği sürecin başlangıcı olan 1988 referandumu anlatılıyor. Yani bu aslında bir cunta filmi değil; baskı, işkence, cinayet gibi şeyler yok. Bir cuntanın bitişinin hikayesini izliyoruz. Filmde, filmografisinde pek çok politik film bulunan (Yağmuru Bile, Motosiklet Günlükleri, Orman Kanunları vs.) Gael Garcia Bernal başrol oynuyor.  

Güney Amerika’da 1970’lerdeki darbe fırtınasından Şili de nasibini alır. 1970’te sosyalist Salvador Allende iktidara gelmiştir. Üç yıllık bir yönetimin ardından 1973’te, General Pinochet, ABD’nin de desteğiyle iktidarı ele geçirir ve Allende’yi öldürtür. Şili 1973’ten 1990’da Pinochet’nin koltuğu bırakmasına kadar bir diktatoryadır.

Ülkesinde tam anlamıyla bir tek adam idaresi kurmuş olan Pinochet, başlarda bir ekonomik istikrar sağlayıp batılı liderlerin desteğini alsa da, zaman geçtikte uluslararası desteğini kaybeder. Dışarıdan ve içeriden gelen tepkiler dolayısıyla, halkına “benimle tamam mı devam mı” diye soracağı bir referandum yapmaya karar verir. Film, 1988’de gerçekleşen bu referandumdaki hayır kampanyasını konu edinir.

2017 Anayasa Referandumu dolayısıyla o yıl Türkiye’de fazlaca anılan bu filmde, bir diktatörün halkı tarafından nasıl gönderildiğini izleriz. Hayır koalisyonu, kampanyayı yönetmek için genç reklamcı René Saavedra  ile anlaşır. Ancak ilginçtir ki, Saavedra’nın çalışanı olduğu reklam şirketi aynı zamanda evet kampanyasını da yürütmektedir. Bunun da etkisiyle olsa gerek, bir kısım muhalifler bu referandumun, rejimin aklanmasını amaçladığını düşünerek hayır kampanyasına destek vermez. Referandumu boykot eder. (2010’da Kürt siyasetinin referandum boykotu gibi.)

Hayırcılar, pozitif bir kampanya yürütürken, evetçiler (yani rejim) tüm sağcı iktidarlar gibi, “güven ve korku” üzerinden yürürler. Hayırcılar daha mutlu bir geleceğe halkı inandırmaya çalışırken, rejim ise hayırcıların ne kadar marjinal olduklarını, bunlar gelirse ülkenin başına nelerin geleceğini, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların ülkeyi mahvedeceğini falan anlatır. Sağcı siyasetin temel davranışı bu değil midir zaten? Halkı “onlar gelirse” kalıbıyla kurulan cümlelerle korkutmak. Bu korkutmaların temelinde ise milli ve dini kimliğe dayalı korkular yaratmak vardır. Türkiye gibi bir ülkede yaşayanlar olarak bunlara çok aşinayız. Daha iki yıl önceki seçimde bile, ülkenin herkese eşit yaklaşması gereken cumhurbaşkanı, muhalifleri teröristlikle, hainlikle, LGBT olmakla itham etmedi mi? 2019’da İmamoğlu’na oy verenler cumhurbaşkanı tarafından “Sisi’ci” ilan edilmedi mi? Güney Amerika’da geçen bu cunta filmlerini her Türk, “seni çok iyi anlıyorum kardeşim” diyerek izliyor olmalı. Aynı derdin dertlileri, aynı acının mağdurlarıyız.

Filme döneyim. Referandum kampanyası için iki tarafa da 27 gün verilir. 27 gün boyunca iki taraf da, tv’de her gün 15’er dakikalık reklam filmleri yayınlarlar. Bu filmlerde evetçiler örneğin, suratı yanmış bir adamı çıkarıp ona “ben aslında barışçıl bir gösteri için muhaliflere katılmıştım, fakat bunlar teröristmiş” minvalinde konuşmalar yaptırır. Hayırcılar ise uzlaşmacı bir dil kullanır. Örneğin bu reklamlardan birine aynen şöyle denir:

“Hiçbir Şilili, diğer bir Şililiden korkmadığı zaman halkımız daha iyi olacaktır. Vatanında herkesin bir yeri olduğunda, Şili daha güzel bir yer olacaktır.”

Bu cümleyi, sadece içinde geçen ülkeyi ve halkı değiştirip Türkiye’ye uyarladığımızda ne olur? Cümleyi bir de öyle okumayı deneyin. Ne kadar hoşunuza gidecektir. Beyninizde bir ASMR etkisi bile yaratabilir. Şu kadarcık şey bile bizim için lüks oldu.

Tabii ki Filmde, bugün Türkiye’de yaşadıklarımıza benzer şeyler yakalamak çok normal. Bunun için özel bir çabaya bile gerek yok. Güney Amerika ve Türkiye (hatta tüm Ortadoğu) benzer kaderleri yaşayan iki coğrafyadır. Güney Amerika 2-3 derece daha şiddetlisini yaşamıştır sadece. Darbeler, devrimler, suikastler, tek adam rejimleri, ekonomik krizler, yolsuzluklar vs. Filmdeki bir sahne de bu yüzden aklıma kazındı:

Hayır’cılar, anket sonuçlarında görüyor ki, hayır diyenler arasında 50-60 yaş grubu oldukça azdır, bunlar Pinochet’cidir. Aralarında bunu tartışırlarken, o sırada orada bulunan ve 50’li yaşlarında olan bir temizlikçi kadına bunu soruyorlar. Kadın da evet diyeceğini söylüyor. Bunun üzerine kadına, neden evet dediğini, tutuklanan, kaçırılan, tecavüz edilen, öldürülen on binlerce insanı neden önemsemediğini sorduğunda kadın, bizim çok aşina olduğumuz bir cevap verir:

“Ben bunların hiçbiriyle ilgilenmem ki.”

Evet, belli kesimler siyaseti, zenginlerin ve “üşütük”lerin bir meşgalesi zannediyor. Bu sanki biz muhaliflerin hobisi gibi bir şey. Sanki sinema, cemiyet hayatı takip eder gibi takip ettiğimiz bir şey. Şili ve Türkiye gibi ülkelerde siyaset asla böyle bir şey olamaz. Çünkü iki ülke de sosyal adaletin hâlâ sağlanamadığı, siyasi düzenin hâlâ oturmadığı ülkelerdir. Bir Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya gibi değildir. Bir coğrafyada arazi hâlâ oturmadığı için sık sık depremler yaşandığı gibi, bu iki ülkede toplumsal düzen hâlâ oturmadığı için sık sık toplumsal depremler, krizler yaşanır. Ertesi gün ne olacağı bile belli olmaz. (Bu arada bu iki ülkenin gerçekte de deprem ülkesi olması da buraya tam uydu.) Hal böyleyken bu iki ülkede, bırakın yaşlı insanları, ormandaki ağaçlar, kaldırımda yeşeren otlar bile politik olmalıdır. Önce ekmeğin adil bölüşülmesi gerekir.

Korsan tebliğimi burada keserek, film hakkında bir eleştiriye de değineyim ve bitireyim.

Filme, hayır kampanyasının sadece tv reklamlarıyla kazanılmadığına dair eleştiriler gelmiş. Gerçekten de konu hakkında hiçbir şey bilmeyen biri filmi izlediğinde, o güne kadar bir toplumsal muhalefetin olmadığını, referandum yapılacağı anlaşılınca apolitik bir reklamcının birden ortaya çıkarak “Hadi beyler bir hayır kampanyası yürütelim” diyerek bir kapmaya yürütüp hayırın kazanmasını sağladığını düşünebilir. Zira tv haricinde toplumda neler olduğuna dair pek bir şey göremeyiz. Örneğin Arjantin’deki cuntanın yargılanışını anlatan Argentina 1985 filmi de aynı eleştirilere maruz kalmıştır fakat bu filmde hiç değilse sokak eylemleri aralarda kesit olarak gösterilir. No’da o bile neredeyse yoktur. Ve hayır kapmayası, mutluluk saçan rengarenk reklamlarla kazanılmamıştır. Öğrenci ve işçi hareketlerinin de çok payı vardır.

Her şeye rağmen filmde bir Türk olarak ülkenize benzeyen çok şey bulacaksınız. Bu zaten tüm Güney Amerika filmleri için geçerli. Bir Türk olarak, politik Güney Amerika filmleri izlerken sürekli şunu derim, siz de diyeceksinizdir: “Seni çok iyi anlıyorum kardeşim.”

Puanım: 7.5/10


Yorumlar