Bu film, bir davaya baş koyan, mücadeleyi hayatının merkezine oturtan bir gencin yaşantısına mercek tutuyor. Böyle dedim diye, idealist bir kızın inişli çıkışlı dramatik bir hikayesi sanmayın. Hikayenin sizi belirli bir duyguya sevk etme gibi bir amacı yok. Tıpkı başroldeki Angele karakteri gibi, ciddi amaçları olan ama bunu savrukça yansıtan bir film. İdealist bir gencin hayatından bir kesit. Bunun içinde hoş ve keyifli taraflar da var, üzücü ve hayal kırıcı taraflar da.
Başroldeki Angele Marksist bir aileden gelir, kendisi de Marksist olarak yetişmiştir. Henüz 8 yaşındayken Doğu Berlin’e, Amerikan kültürünün simgesi McDonald’s’ın açıldığını görmüştür. 68 Kuşağı’ndan olan ailesi artık ümidi kesip 90’larda mücadeleyi bırakmış, apolitik bir hale bürünmüş olsa da, Angele hâlâ bir sosyalist devrime inanmaktadır. Ancak zamanın ruhu başkadır, bu ortamda mücadele hiç de kolay değildir.
Angele’de, bir ideolojiye, davaya, herhangi bir ilkeler bütününe inanmış bir insanın yaşadığı idealizm ve hüsranı aynı anda görüyoruz. O, sağcıların ve apolitiklerin genellikle dalga geçtiği, “boş işlerle uğraşma” dediği türden bir karakterdir. İdealist, heyecanlı, inanmış bir sosyalisttir. (Bu arada rolün sahibi olan Judith Davis, aynı zamanda filmin senaristi ve yönetmenidir de.) Anne-babasının çoktan bıraktığı bir dava uğruna yaşar. Filmin adı da buradan gelir. (Filmin Fransızca orijinal adının çevirisi “Devrimden Geriye Kalanlar” olarak çevrilirken, İngilizce adı ise “Devrimime Ne Oldu?” diye çevriliyor.) Eski zamanların hızlı gençleri artık yaşlanmış, devrimi unutup hayatın içine karışmıştır. Ailesinden bile annesi davayı bırakıp kırsala yerleşmiş, babası Maoizmi terk etmiş, kızkardeşi ise çalışma hayatının merdivenlerini tırmanır olmuştur. Öfkesi biraz da bunadır. Angele ise, o hızlı zamanlardan çok farklı olarak, neoliberal bir çağda, üstelik Trumpizmle tanışmış bir dünyada mücadeleyi sürdürmektedir.
Angele politik duruşunun bir bedeli veya yansıması olarak, geçimsiz, huysuz, dürtüsel ama heyecanlı bir karakterdir. İdealleri vardır, ancak savruk bir hayat yaşar. Neredeyse herkesle kavga edebilme potansiyeli vardır. Bu fevri davranışları neredeyse idealist kişiliğini boşa düşürecek kadar ileridir. Ailesiyle de pek mutlu değildir. Aile evinde kalsa da, geniş ailenin toplandığı etkinliklerden hoşlanmaz, bunlardan birinde kavga çıkarıp ortamı terk etmiştir. En başta işten çıkarılırken de kavga etmiştir. Ancak genel olarak bakıldığında, her ne olursa olsun bir ideal uğruna yaşayan her insan gibi saygıyı hak eder.
Filmin mekanları iyi seçilmiş diyebilirim. 6-7 kişilik mini bir örgütün toplantılarına mekan olarak boş bir anasınıfını bulabilmesi ironik olmuş. Angele’nin erkek arkadaşı Said’in kitaplarla dolu odası da iyi döşenmiş. Son bölümde, Angele’in babası ile Said’in tartışması, filmin bana göre zirvesi sayılabilir. Burada baba 68 Kuşağı’ndan olsa da artık her şeyin bittiğine, faşizmin geri geldiğine, Arap Baharı, Fransa’daki “Gece Ayakta” (2016’da çıkarılan çalışma yasasına karşı eylemler), İspanya’daki 15-M gibi geniş katılımlı protestoların hiçbir işe yaramadığına inanır. Ancak Said ona karşı çıkar, insanların yeniden politize olduğunu söyler. Tartışma tatsız bir yere gider…
Yazıyı, Angele’nin ablası Noutka’nın şu soruları ile bitireyim:
“Niye yaşayamıyoruz
artık?
Niye kavga edip
duruyoruz?
Yolunda gitmeyen şey
neydi?
Biz iyi insanlarız. İyi çalışanlar, iyi ebeveynler. Sorun ne?”
Filmin bir derdi var, ancak biraz dağınık bir şekilde anlatıyor. Bu izlemeyi biraz zorlaştırsa da, hem kısa süresi, hem de sorgulattığı şeyler sebebiyle izlenmeye değer.
Puanım 7/10
Bu filmi duymuştum ama izlememiştim, şahsen böyle politik film önerilerini takip etmeyi çok severim
YanıtlaSil