Türkiye sorunları çok olan bir ülkedir. Çünkü yüzyıllar önce çözülmüş olması gereken şeyler hâlâ yaşar. Bunları çözmesi gereken siyaset kurumu ise, bu sorunların üstüne adeta bir fil gibi oturarak çözümü daha da imkansızlaştırır.
Avrupa halkları klasik çağlarda kendi aralarında savaşmak pahasına toplumsal sorunlarının bir kısmını çözdü. Bir kısmını ise savaşmadan, eğitimle, uzlaşı yoluyla çözmeyi başardı. Modern çağlara girildiğinde artık, toplumsal sorunların uzlaşı yoluyla çözülebildiği bir politik olgunluğa eriştiler. Temel sorunları halletmiş olmanın rahatlığıyla, sanat ve bilim alanında herkesi geride bırakacak şekilde yükseldiler.
Bu aslında her sağlıklı toplumun izlemesi gereken sıralama olmalıydı. Sorunlar meydana gelir, başka şeyleri bırakıp sorunlar çözülmeye girişilir, çözülür ve refaha kavuşulur. Ancak sağlıksız toplumlarda bu böyle olmaz. Bir yerde tıkanıklık olur. Böyle toplumlar, 40-50 yaşına gelse de ergenlikten çıkamayan sorunlu bireylere benzer. Sorunlara odaklanıp bunları ortadan kaldırmanın önemini kavrayacak seviyede değildirler. O yüzden o sorunların kenarında kıyısında ne kadar gereksiz gündem varsa, onların üstünde tepişir ve bütün vakitlerini ve enerjilerini buralarda harcarlar.
Türk toplumu bu toplum türüne mükemmel bir örnektir, ne yazık ki. Burada sadece küçük insanın hayatını ilgilendiren gereksiz konular sürekli tartışıldığı ve bu konular da esas sorunların çözümüne hiçbir şekilde fayda sağlamadığı için esas sorunlarımız 250 yıldır çözülmez. Neredeyse tamamen demagogların eline geçmiş olan siyaset mekanizması da bu tür gündemlerle insanların birbirleri tarafından kırılmasından memnundur. Hiçbir toplumsal çatışmada “Durun sakin olun, biz kardeşiz” diyen siyasetüstü bir makama da sahip değiliz artık. O yüzden her hafta birbirinden gereksiz konularda birbirimizle kavga ederiz, ne tartıştığımız konuyu çözeriz, ne diğer esas sorunlarımızı hallederiz, ne birimiz diğerine üstünlük sağlar, ne de tartışma kültürü konusunda ilerleme kaydederiz. Elde var sıfır. Tam bir kaybet-kaybet durumu. Tek kazanan siyasi iktidar olur.
Türkiye’de siyaset kurumu, sorunların çözücüsü olmaktan ziyade yaratıcısıdır. Bu durum siyasetin son 250 yıldır elitist bir yapıda süregelmiş olmasına bağlanabilir. Halk yüzyıllarca padişahın kulu olarak yaşamıştır. Modern devlete ve demokrasiye doğru yol almaya başladığımız süreçte de halkın devlete bağımlı ve ondan korkan tavrı bitmediği için, siyasiler bir elit olarak kalmaya devam etmiştir. Her ne kadar cumhuriyet, halkı kul olmaktan çıkarıp vatandaş seviyesine yükselttiyse de, eğitimde istenen seviye yakalanamadığı için halkın bir kısmı eski pratiklerle, yani siyasetçileri ve devleti kutsayan bir tavırla yaşamaya devam etmiştir. Bu durum son 80 senemizdeki tüm iktidarların (ki 80 yılın neredeyse tamamı sağ partilerle geçmiştir) işine gelmiş, bu partiler halkın bu halini, din ve devlet temalı aldatıcı propagandalarla suistimal etmiştir. Soldaki partilerde de, sağcılarla kıyaslamak insafsızlık olur ama, bir elitleşme, zamana halktan uzaklaşma mevcuttur. Bunu da inkar edemeyiz. Halkın eğitim ve genel kültür seviyesi yükselmedikçe politik olgunluk da mümkün olmayacak, siyaset kurumu da görünürde milli ve ahlaki masallar anlatırken arka planda halkı sömürmeye devam edecektir.
Laf buraya gelmişken şu noktayı vurgulamak gerek: “Tüm partiler birbirinin aynısı işte…” gibi yaygın ve sitemkar söylem AKP’yi aklamaya yarayacağı için böyle bir şeyi savunmuyorum. Bu durum belki AKP’den önceki siyasi düzende geçerli olabilirdi. Ancak AKP’nin yaptığının önceki partilerle kıyas kabul edecek bir tarafı yoktur.
AKP rejimi, neredeyse tek parti dönemi CHP’sinin bile sahip olmadığı yetkilere ve güce sahiptir. Başkanlık sistemiyle birlikte kuvvetler ayrılığını bitirmiş, hükümeti/devleti denetleyen neredeyse tüm mekanizmaları ortadan kaldırmıştır. Özellikle son 7-8 yılda hem siyasi, hem toplumsal hem de bunların doğal sonucu olarak ekonomik krizle Türk toplumunu bir kaos iklimine sürüklemiştir. İktidardakiler, başta cumhurbaşkanı olmak üzere, sürekli toplumu geren, tansiyonu yükselten söylemlerde bulunarak toplumu kutuplaştırmıştır. Türk siyaseti bugün, eskisiyle kıyaslanamayacak kadar kaotik, dışlayıcı, düşmanlaştırıcı bir hale bürünmüştür.
Bizim gibi, önceki asırlardan birikmiş, çözülmeyi bekleyen bir yığın sorunu olan bir toplum için, itidal, müzakere ve uzlaşı ortamı tercih değil zorunluluktur. Hava kadar, su kadar zaruri bir ihtiyaçtır. İnsan havasız, susuz yaşayamayacağı gibi, toplum da sağlıklı bir tartışma zemininin yokluğunda parçalanır ve ölür.
AKP’nin yarattığı ve yapay gündemlerle (28 Şubat, başörtü yasağı, tek parti devri gibi) sürekli olarak beslediği bu kavga ikliminde artık sorunların sağlıklıca tartışılması mümkün değildir. Sorunların çözümü için en yüce makamımız olan Meclis’te dahi, en hayati, en önemli konulardaki teklifler bile sürekli “AKP-MHP oylarıyla” reddedilir, tartışılmaya bile değer görülmez. Uzlaşıyı tamamen dışlayan, ama ne yaparsa yapsın çözümü de getiremeyen bu rejim, freni patlamış bir otobüs görünümündedir. Tıpkı öncülü olan Osmanlı rejimi gibi, sorunlarımızı ne kendi çözer ne de halkın kendi kendine çözmesine müsaade eder. Bizi bir toplumsal kabız hali içinde, bir cinnet hali içinde yaşamaya mahkum eder. Freni patlamış bu otobüs sadece onları taşısa mesele değil, fakat içinde biz de varız ve AKP bu otobüsü duvara toslattığında kendisiyle beraber bizi de yok edebilir.

Yorumlar
Yorum Gönder