TÜRKİYE'NİN LİNÇ KÜLTÜRÜ

Utanç tarihimizin sayfaları hayli kabarık. Ve bıkmıyoruz bu tarihe yeni sayfalar eklemeye. Bazılarımız bunu bir milli spor haline getirmiş. Geçen hafta yine iğrenç bir gece yaşadık. Leman dergisinin bir karikatürü yüzünden, yığınlar ne olduğunu bile anlamadan daldılar meydana. Derginin açıklamalarını da duymadılar, önemsemediler. Dergi binasını bastılar, etraftaki insanlara saldırdılar, sosyal medyada sanki ülkemiz işgale uğramış gibi infial yarattılar. Alın bu geceyi, Tan Matbaası baskınının, 6-7 Eylül olaylarının, Trakya pogromunun, Madımak katliamının yanına bir güzel istifleyerek yerleştirin. Utanç tarihimizin yeni sayfası, hoş geldin aramıza.

Karikatür 26 Haziranda yayınlanmış. İnfial yarattığı gün ise 30 Haziran. Gerçi herhangi bir şeyden infial yaratmak isteyenler 5 yıl önce çıkan şarkıdan bile (bkz. Sezen Aksu - “Şahane Bir Şey Yaşamak”) tetiklenebiliyor bu ülkede. Leman’ın karikatüründe ne dine, ne peygambere hakaret var. Kaldı ki, orada peygamberin tasvir edilmediğini de beyan ettiler. Bu savaş karşıtı bir karikatür. Herhangi bir batı ülkesinde yayınlansa, hiç kimse ertesi gün bile hatırlamazdı. Bizde de hatırlamayacaktı, ancak milletin alerjik reaksiyon gösterdiği noktaları bilip oraları güzelce kaşıdığınızda, iç savaşa bile varabilecek bir tepkiyi meydana getirebilirsiniz. Öyle de yapıldı. Üstünden dört gün geçmiş, dergilerin tirajı malum, kimse görmemiştir, görse de homurdanıp geçmiştir. Ancak birileri onu ortaya çıkarıp “Bakın dinimize küfrediyorlar! Allah Muhammed aşkına koşun!” diye ortalığı velveleye verince, o sırada evinde komik Tiktok videoları izlemekle meşgul olan yığınlar ayağa kalktı.

Dergi olaylar büyüyünce, karikatürün peygamberlerle ilgisi olmadığını, herhangi bir Müslümanla herhangi bir Yahudiyi tasvir ettiğini açıkladı. Tasvirlere bakılınca bu pantolon ve iskarpin giymiş kişilerin peygamber olmadıkları anlaşılıyor. Burada eleştirilecek iki nokta var: 1- İki dinin de diğerini dini gerekçelerle öldürdüğü mesajı verilmek istense de, Muhammed ve Musa yerine Ahmed ve Moşe gibi isimler tercih edilse bunların hiçbiri yaşanmazdı. 2- Yaşadığınız toplumu tanımamış olmanız, burada pireyi deve yapmak için fırsat gözleyen devasa bir kitlenin yaşadığını önemsememeniz ne yazık ki başınızı yaktı. Hiçbir suç unsuru içermeyen şeyler bile cezalandırılabilir bu ülkede. O kitlelerin gözünden baktığımızda da eleştirilecek tek şey olarak şunu bulabiliyorum: Karikatürde savaşın suçu iki tarafa da eşit pay edilmiş gibi. Fakat 1948’den beri yaşanan süreç ortada. Son 1,5 yıldır yapılanlar da ortada. Sonradan bölgeye yerleşip bölgede huzur bırakmayanlar da malum. Kimin sürekli toprak genişlettiği, yerli halkı şuraya buraya sürdüğü de açık. Hal böyleyken bu savaşın sorumluluğu nasıl iki tarafa da eşit yüklenebilir? Tabii ki bu tepki, buraya yazdığım gibi usturupluca verilmesi gereken bir tepkidir, toplanıp baskın yapmayı, tehditler savurmayı falan gerektirecek bir şey değildir.

Fakat yaşanan ne idi?

İçişleri bakanı, bir ihanet şebekesi çökertilmiş gibi, dergi editörlerinin gözaltına alınma anlarını peş peşe paylaştı. Hem de şu tumturaklı laflarla:

“Bu alçak çizimi yapan şahıs gözaltına alınmıştır.”

“Bu hayasızlar hukuk önünde hesap verecektir.”

“Hadsiz derginin grafikeri de yakalanarak gözaltına alındı. … Bu alçaklık hukuk önünde hak ettiği cezayı görecektir.”

“Peygamber efendimizi çizme hadsizliğini yapan derginin müessese müdür de yakalanarak gözaltına alınmıştır.”

“Bakan” olarak görev yapan bu kişi, buradaki 2-3 zavallı adamı, sürekli kurban isteyen azgın bir kitlenin önüne atmaktan çekinmiyor. Bu lafların nereye varabileceğini düşünse de önemsemiyor. Bir içişleri bakanı, o dergicileri de korumak zorundadır. Bir karikatür çizdi diye insanlar bu muameleleri hak edemez.  Kaldı ki karikatürde alenen bir saldırı, bir hakaret bile yok. Ayrıca ülkenin geldiği şu noktada, böyle korkunç bir atmosferde, öyle zannedildiği gibi alenen saldırı içeren bir karikatür çizmek, hem de bunu geleneksel medya yoluyla yayınlayıp satışa çıkarmak için aklınızı peynir ekmekle yemiş olmanız gerekir. Böyle bir karikatür çizmek intihar etmek demektir. En şiddetli din düşmanı bile böyle bir harekete kalkışamaz bugün. Başına neler geleceğini bilir. Bu kitle bunu bile düşünemeyecek seviyede maalesef.

 “Kemalist Köpekler Hesap Verecek”

Büyük Doğu Akıncıları Derneği diye bilinen Atatürk düşmanı oluşumun bir temsilcisi de Taksim’deki kalabalığa “Ya onlar ölecek ya biz öleceğiz.” Dedi. Videosu da ortada. Bu, halkı kin ve düşmanlığa tahrik değil mi? 

Toplanarak dergi binasını basan güruhun “Kemalist köpekler hesap verecek” sloganı ve tehdidi çok dikkat çekti. Bu manzarayı neredeyse her benzeri olayda görüyoruz. Bu kitlelerin tepkisi, sadece ilk kıvılcımı çıkartan olaya değildir. Bunlar böyle olayları, içeride yürütülen kültür savaşında ellerini güçlendirmek, kendi kitlelerini hizaya sokmak, öfkelerini karşı tarafa boşaltmak için kullanırlar. Leman’ın karikatürünün kemalizmle ne ilgisi vardır?

Leman’ın durduğu yeri, çizginin bu tarafındakiler az çok bilir. Bu hüviyetteki bir derginin milliyetçi-devletçi söylemleri benimsemesini beklemek saçmalık olur. Nitekim bu “Kemalizm ithamı”ndan sonra Leman’ın eski dönemlerde yaptığı, devletin resmi söylemiyle zıtlaşan kapaklar da ortaya saçılıverdi. Öte yandan, Leman’ın Filistin meselesine dair yaptığı özel sayılar da arşivden çıkarıldı.

Lakin bilinir ki, kitlelerin zihni yoktur. Kitleler, hele ki böyle saldırı amacıyla toplanmış kitleler sadece dürtü ve duygularla hareket eder. Rasyonel davranmazlar. Buradaki kitlelerin eğitim seviyesi de çok düşük olduğundan, karşı tarafı toptan “Kemalist” diye damgalayıp geçiyorlar her zaman. Çünkü kendileri gerektiğinde tek bir hizada, “din ve millet” sancağının altında toplanırlar, bütün ayrım noktalarını göz ardı edebilirler. Oysa karşı taraf bunu beceremez. Onlar temelde muhaliftirler ama kendi içlerinde de sağcı, solcu, liberal, sosyalist, ulusalcı, Kemalist, milliyetçi vb. tanımlamalara sahiptirler. Fakat bu kitleler bu kadar farklı etiketle uğraşamadıkları için hepsini toptan Kemalist sayar geçerler. Bu arada sosyalist bir Kürt de, “Kemalizmle hesaplaşmalıyız” diyen bir sol-liberal birey de, milli aidiyetleri önemsemeyen bir klasik liberal de kendini Kemalizmin sınırları içinde buluverir.

Bu çok önemli bir konu değil. Asıl önemli olan, sürekli yeni linçler doğuran siyasi ve toplumsal düzenimizdir. 

Linç: İnsanlığın En Aşağısı

Linç kültürü, olgunlaşmamış, medenileşmemiş toplumların işidir. Kanunun, hukukun işlemediği yerlerde görülür. Bazı yerlerde çok daha ilerisi yaşanır, örneğin taşlama, yakarak öldürme, tecavüz vs. Bazı yerlerde sadece mala zarar verme, saldırma, tartaklama olarak gerçekleşir. Bizim linçlerimizin -birkaçı hariç- ikinci kategoriye girmesi bizi iyi yapmaya yetmiyor.

Utanılacak bir şeydir ki, linç tarihimiz kabarık. Daha da utanç verici olan şu: Bu olgu hâlâ tarihin malı olamamıştır. Hâlâ hayattadır, hâlâ birileri bir yerde linçlenir. Hâlâ ufak bir kıvılcımla kitleler sokağa dökülebilir.

1934’teki Trakya pogromu, 1945’teki Tan Matbaası baskını, 1955’ki 6-7 Eylül olayları, 1993’teki Madımak olayı, otel yanarken birtakım değersiz mahlukların “Allah’ım bu senin ateşin!” diye cezbeye gelmesi. Daha yakınlarda Kılıçdaroğlu’na Çubuk’ta yapılan linç girişimi, bir kadının kulakları delen “Yakın bu evi!” bağırışı. Erdoğan’ın bu linç girişimini grup toplantısında izlettirip “Hiç ders almıyorlar” deyişi. İki yıl sonra Akşener’in Rize’de saldırıya uğraması, Erdoğan’ın “Daha neler olacak neler” demesi… Biraz kurcalasam buraya bir yığın daha veri dökerim ancak renginizi soldurmak istemem.

Henüz millet olamamış, cemaat mantığıyla yaşayan, hukukun üstünlüğünü benimseyememiş ve dolayısıyla hukuka güvenmeyen, eğitim seviyesi düşük, tartışma/müzakere mekanizmaları cılız toplumlarda linç hadiseleri daha çok görülür. Burada linçler iç savaşa, hatta parçalanmaya kadar gidebilir. Maalesef bu konuda halimiz içler acısı. Ne acı ki, başımızda iktidarını halkın kutuplaşmasına bağlamış bir rejim varken bu işlerin hiçbiri düzelmeyecek. Halk ne kadar birbiriyle kavga ederse bu iktidarın ömrü o kadar uzar. O yüzden hiçbir toplumsal krizde iktidardan birileri çıkıp “Yahu siz kardeşsiniz” demez; ya susarlar ya da daha kötüsü kendi taraftarlarını desteklerler. Siyasetin yıkıp parçaladığı toplumsal bütünlüğü onarıp yeniden kaldırmak, bizim gibi üç-beş yazan çizene kalıyor. Etimiz ne budumuz ne, dinleyenimiz mi var? Bıkkınlık ve yorgunluk içinde bu devrin bitmesini bekliyoruz, hepsi bu.

Bu ülkede bir şekilde aydınlanmış kafalar her zaman akıntıya karşı kürek çekerek yaşamak zorundadır. Hani Ziya Paşa der ya: “Meydâne düşen kurtulamaz seng-i kazâdan”, bunun gibi, Türkiye’ye doğan ve aydınca bir hayat yaşamak isteyenler de başlarına düşecek taşlardan kurtulamıyor. Türkiye’de aydın olmak, son nefese kadar mücadele etmek demektir.

Yorumlar